top of page
Search
Senem Balaban

Masumu Hırpalamak

Apartmanda tadilat vardı. Matkap artık duvarı delmeyi bırakmış beynimi deliyordu sanki. Kaslarım, sinirlerim, gerilebilecek her yerim, son derece gergindi. Bir yandan da çok acıkmıştım, yiyecek bir şeyler hazırlamaya çalışıyordum. Ayrıca bir arkadaşımla önemli bir konu hakkında konuşuyorduk (whatsapp üzerinden, birbirimize kah mesaj yazarak kah ses kaydı yaparak). Matkap da o arada hızını artırmıştı, sinirim gittikçe daha fazla bozuluyordu. Kendimi sokağa atmak istiyordum ama kahvaltı hazırlığını bir türlü tamamlayamıyordum. Derken kedim miyavlamaya başladı. Hani bazı kediler boşluğa bakarak uzun uzun, sinir bozucu bir şekilde miyavlar ya, işte öyle. Onun derdinin dermanını biliyordum aslında. Benim enerjimden etkilenmişti. Hemen etkilenirdi böyle şeylerden ve sinir bozucu davranışlar sergilemeye başlardı. Tek yapmam gereken onu kucağıma oturtup beş dakika kadar sakince okşamaktı. Sonra işime devam edebilirdim, çünkü yavrucuk rahatlayınca köşesine çekilecekti zaten. Bu hep böyle olmuştu (çoğu zaman birkaç saniyeliğine yanına gidip yumuşak bir sesle konuşmak ya da okşamak bile yeterdi rahatlaması için).


Ama yapamıyordum. Sinirim çok ama çok bozulmuştu. Bu matkap sesi beni ben olmaktan çıkarmıştı. Korkunç bir öfkeye kapılmıştım ve bu öfkeye en ufak bir ket vurmadan onu boşaltmak istiyordum. Boşalttım. "Sus artık" diye kedime bağırdım. Oradaki en masum ve tek masum varlığa. Matkapla beynimi oyanlara değil, yemek hazırlamak için bu kadar acıkmayı bekleyen kendime değil... Bana en ufak bir karşılık veremeyecek zavallı kedime... Korkaklığıma, sinsiliğime, zavallılığıma bakar mısınız? Yaptığım haksızlığa... Kedim etkilenmiş görünmüyordu, gelip bacaklarıma sürtündü ama ben bir yandan, bir şeylerin acısını yüzde yüz masum bir canlıdan çıkarabilme kapasitemden dehşete düşmüş, bir yandan da çocukluğumda bu denklemin masum tarafında pek çok kez bulunmuş olmanın acısını içimde yeniden duymuştum. Bağırdığım varlık kedim değil, kendi çocukluğumdu sanki. Kedere boğulmuştum.


Sonra düşündüm: İşte ebeveynin, çocuğunu bir paspasa çevirmesi bu kadar kolaydı. Hayatında ne kadar baskı varsa, zorluklarla, aksiliklerle, hayatın önüne çıkardığı çeşitli engellerle baş etme kapasitesi ne kadar azsa kendini o kadar kolay kaybedebilirdi. Üstelik ona tüm o baskıları yükleyenleri (kendi de dahil) suçlamaya cesaret edemediği, bu baskılara katlanmak zorunda hissettiği için, alt tarafı biraz ilgiye ihtiyaç duyan ve ona yıkıcı bir karşılık verecek güce sahip olmadığını bildiği bir masumu suçlaması işten bile olmazdı. Böyle düşününce hayatından nefret eden ya da psikolojik gücü pamuk ipliğine bağlı olan insanların çocuk sahibi olmasının ne kadar tehlikeli olduğunu daha da iyi anladım. Hayatımdan, işimden, eşimden vs nefret ediyorsam, kendime ayıracak, gevşeyecek, kendime özen gösterecek, ruhumu besleyecek zamanım yoksa, hep gerginsem, hep mutsuzsam, kafam hep bulanıksa, düşünemeyecek, hissedemeyecek, duyamayacak, göremeyecek kadar yoğunsam/yorgunsam/uyuşuksam/vs, hep şuursuzca bir koşturma halindeysem ve bu kadar öfkelenmeme sebep olan kişi ve koşullarla yüzleşecek psikolojik güce sahip değilsem irili ufaklı öfke patlamalarım hep karşımdaki en kolay hedefe yönelecekti. Çocuğuma (ya da hayvanıma)... Zira bütün bir hayat bana çok fazla gelirken çocuğumun istek ve ihtiyaçlarının, bu istek ve ihtiyaçlar her ne kadar masum ve olağan da olsa, bana fazla gelmemesi imkansızdı.


31 views0 comments

Recent Posts

See All

Sohbet Bükücüler

Bizimki, anlatmaya izin vermeyen bir kültür. Biri bizimle bir derdini paylaştığında, bize içini döktüğünde*, illa bir sıkıntı da olması...

Comentarios


bottom of page